Kısmi bir ermişlik ilkesi.



Geçenlerde bu giriş cümlesi ile okuduğum bir kitaptan sayfa paylaştım. İlerletmeye çalıştığım bu süreçte kitap bana rehber oldu. Zaten kitaptan o kadar çok sayfa paylaştım ki telif yersem hiç şaşırmam. Şimdi sizden düşünmenizi istediğim çok basit bir soru var.

Her şeye saf bir sevgi ile bakabilir miyiz?

Burada klişe sorular sormuyorum lütfen, kendinize gelin ve ciddiyetle cevap verin. Cevabınızın tabii ki hayır olduğunu düşünüyorum. Eğer evet ise önünüzde büyük saygıyla eğiliyorum. Zira ben direkt, neden her şeye sevgiyle bakayım ki Polyanna’nın şubesi miyim ben, dedim. Sevmek bile başlı başına bir olayken ve üzerine ben bunu yeni başarıyorken, her şeyi sevgiyle kucaklamak bana çok fazla geldi. Kitabı okudukça ve oradaki olaylar aslında günlük hayatın bir parçasıyla eşleştikçe çok komplike olmadığını farkında vardım. Birini yargılamak, olumsuz düşünmek, sevmemek vs. hepsi egonun bizi yönetmesiymiş.

Sevginin çok kısıtlı bir versiyonunu yaşadığımızı ve olan her şeyi üzerimize alarak koruma kalkanı geliştirdiğimizden beynimizi devre dışı bırakarak, olumsuz bakış açılarımız ile hayatı devam ettirdiğimizden bahsediyor. Egonun hayatta kalması için hissettiğimiz tüm arzuyu ve sevgiyi ele geçirmesi gerekiyor. Bu kabul ettiğim bir durum oldu açıkçası. Mesela âşık olmayı ela alalım. Bunu bilir kişi olarak anlatması gereken tek insan benim, biliyorsunuz.

Her şeyin güzelce başladığı o şapşal mutluluğun eşiğinde iyi bir şey olduktan sonra, kesin kötü bir şey olacak hissi. Hepiniz olayı kaptınız değil mi? Evet kimse mükemmel değil, evet kimse gördüğümüz kadar iyi değil ya da yaşadığımız birçok deneyim ‘acılı’ydı. Ama neden karşımızdaki kişi bu sefer o olmasın? Neden sadece akışa bırakmayıp, egonun önceki deneyimlerimiz ile olacak güzel olayların önüne geçtiğini farkına varamıyoruz? Bilmiş gibi davrandığıma bakmayın, bende o egonun bilincinde bir şeyleri kaybetmiş olabilirim, tıpkı karşımdakinin yaptığı gibi.

Sahip olduğumuz tüm o savunma ihtiyacı, suçluluk duyduğumuz deneyimler, beynimizin içerisinde yarattığımız illüzyon, öfke, çatışma ihtiyacı, ayrılık, üstünlük kurma çabası vs. hepsi isteklerimize ulaşmamızın önündeki engel. Egonun ele geçirdiği ve benliğimize o kara bulutları saldığı duygular. Ego saflığı istemez, kendini sizin bir parçanız olduğuna inandırır. O yüzden sorgulatmaz.

Kitapta yer alan ve egoyu savuşturma yöntemini sizinle paylaşacağım:

Düşüncelerini, niyetlerini ve isteklerini gözlemle ve bunların kalbinden mi yoksa egondan mı geldiklerini belirle.

Başkalarından beklediklerini sen de diğerlerine ver: gülümse, iyi düşün, zaman ayır, dinle, anlayış göster ve sevdiğin şeyleri paylaş.

Diğerlerine verdiğin her şeyi aslında kendine verdiğini gör, zira hepimiz birbirine bağlıyız.

Korkunun gerçek olmadığını anlasaydık geçmişte yapamadığımız ya da yaptığımız birçok şey değişir miydi? Benim cevabım, evet. Peki, bu farkındalıklar değişimi başlatır mı? Hem de nasıl güzel bir değişim olur. Öyleyse kabul etmemiz gereken üç şey var.

Birincisi, asla kurban değiliz. Dünya bizim için bir tehdit değil, geçmişi hatırlarken sadece var olan güzel şeyleri hatırlayın. Gerisinin illüzyondan ibaret olduğunu unutmayın. Zihnimizi geçmişin yükü ve egonun ağırlığı ile doldurmak hiçbir işe yaramıyor. Korkuya her kapıldığımızda bunun gerçek bir duygu olmadığını kendimizin yarattığını hatırlatırsak, egomuzu yönetmeye başlayabiliriz.

İkincisi, olasılıkları düşünmekten vazgeçiyoruz. Düşüncelerimiz otomatik olarak her şeyi yorumlar, bunu geçmişin kodları ile yapar ve enerji kaybıdır. Varsayımda bulunduğumuz her şeyin gerçek olduğuna inandığımızda ise geçmiş olsun, kendimizden koşarak uzaklaşabiliriz. Sadece olanı gözlemlemeyi başarabilirsek, tebrikler egomuza karşı bir sıfır öndeyiz.

Üçüncüsü ise yargılamaktan vazgeçmek. Bu son zamanlarda maruz kaldığım ve maalesef benim de kapıldığım bir fırtına oldu. İyi ya da kötü her şeye ama her şeye hakemlik yapıyoruz. Egomuzu haklı çıkarmak uğruna küçük hesaplar peşinde koşuyor ve elde kalanı da kaybediyoruz. Ayrıca sonra değineceğim bir konuyu daha araya sıkıştırmak istiyorum. Haklı çıkmak gerçekten neden bu kadar önemli? Haklı çıktığım hiçbir şey beni mutlu etmedi. Bu yüzden yargıya vardığım her konuyu zaman kaybı olarak görmekten geri durmuyorum ve gerçeği söylemek gerekirse bu konuda kendime karşı da oldukça acımasız davrandım.

Gerçekliğini öğrenmediğimiz her durum için hüküm vermek zaman kaybı. Şahsen ben artık huzura ermek istiyorum. Kim nasıl adlandırılır bilmiyorum, umurumda da değil açıkçası. Eğer bu saf sevgi beni huzura götürecek yol ise tamam ben yola çıktım. Ve eğer bir gün yolum o kalple birleşecekse sonuna kadar dinleyeceğime artık eminim.

Biliyorsunuz, her şey aşktan ve sevgiden geçiyor. Kabul etmiyorsanız da siz bilirsiniz. Ben artık Polyanna’nın kucağına bırakılmış bir sevgi insanıyım. Belki ileride bu yazıları size Himalaya’lardan yazarım. 😊

Sevgiler.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Telaşsız Bir Hayatın Kıyısında.

Güneşin Doğduğu Yerde Kadınlar Var!

Yorgunluk, Umut ve Sessiz Bir Çığlık.